
Yalnızlıkta kayboluyorum bazen.
Avucumdan kum tanesi gibi akıp giden zamanın peşinden akan gözyaşım da yok. Mâlikanesi ise hiç yok...
Ölümle hayatın varolduğunu keşfetmeye yolalmış nefsime, nefes atışlarıma eşlik edecek kadar deli başka bir mahlukat bulamadım henüz.
Belki de bu yüzden yalnızlığı seçiyorum.
Geceleri aynı televizyon kanallarını seyredip, sonra bilgisayara dönüp, oyun oynayıp, beraber dergi okumayı istediğim herhangi biri yok. Bunları sanırım en iyi kendimle yaşıyorum.
Kalabalık bir şehrin kalabalık yollarında vakit öldürüp, kalabalık bir şirketin kalabalık diyaloglarına uyanık hayatımın %80'ini adamışken, geride kalan %20'de kendimle başbaşa vakit geçirmek istiyorum sanırım.
Bazen herşeyden uzaklaşıp, çiftliğe gidip, orada atlarla yaşayasım geliyor. Ama, çiftliğe gidip orada 6 saat geçirdikten sonra da atların boku, sivrisinekler, keneler, cırcır böceklerinin hipnotize edici cırcırlamaları ve daha nice yeni sorun da üretebiliyorum kıçımdan.
İlişkiler de böyle. Bir kişiye ait olduğum ilişkileri 6 saat yaşamam yetiyor. O 6 saati yaşadıktan sonra da o ilişkiden ayrılmaya çalışıyorum. Diğer insanlar da böyle belki. Açık sözlü insanlar 3 aya kadar ayrılabiliyorlar. Utangaçlar 1 yıla kadar beraber olup, çok utangaçlar da bir ömür boyu ayrılmadan tüm eziyetleriyle bir kişiye ait olmayı yaşayabiliyorlar.
Sadece kendimiz kendimize karşı mallık yaptığında maksimum anlayış gösterebiliyoruz. Kendine anlayış göstermeyenler de intihar etmeyi tercih ediyorlar. Başka biri kendimiz kadar bize mallık etse (şişman etse, sigaraya başlatsa, hiç istemediğin ilişkileri yaşatsa, salak kararlar verdirse, pişman olduğun şapşallıklar yaptırsa) o kişiyi boşver hayatımızdan çıkarmayı, tahminen tekme tokat dalardık.
Yalnızlığı da severek seçmiyoruz aslında. Yalnız doğup, yalnız ölüyoruz yaşamda. Tanrısı olduğumuz bedenimizi de çok tanrılı bir din olarak çok da kolay görmüyoruz.
Yorumlar